Etiket arşivi: mustafa uzun

Bireyselden Evrensele Bir Barış Projesi Olarak Oruç

 

hos-geldin-ya-sehr-i-ramazanf26f4b811716efd1c2d4

Dünya da ki barışı sağlamanın en temel yolu oruçtur, daha açık bir ifade ile oruç ibadetini kavrayabilmektir. Evrensel barışı sağlamanın yolu öncelikle bireysel barışı sağlamaktan geçer. Oruç ibadetinin içeriğini kavrayabilen verdiği mesajı anlayabilen insan hem bireysel barışı anlar hem de barışın bireysellikten evrenselliğe geçişinde önemli bir basamak vazifesi üstlenerek İslam ve insanlık adına büyük bir rol oynamış olur.

Oruç ibadeti barışı sağlamanın olmazsa olmazlarından biridir ;ama bunu oruç tuttuk, hemen barışı sağlarız şeklinde anlamak yanlıştır.. İnsanlarda malesef böyle bir algı var.Spesifik bir sonuca ulaşmak için spesifik bir sebep işlemek lazım dediğimizde insanlar hemen tamam bu işi yapalım diyorlar , sonra da biz bu sebebi işledik ama sonuca ulaşamadık  deyiveriyorlar. Bizim söylediğimiz sebeplerden sadece bir tanesidir. Herhangi bir konu da olumlu sonuç almak için birden fazla ve birbiriyle uyumlu sebepler işlemek gereklidir.

Peki biiz Oruç İbadetinin bir barış projesi olduğu kanaatine nerden varıyoruz şimdi o konuya değinelim.

Allah Teâlâ’nın bize fıtri olarak verdiği nimetler olmadan biz insanlar hayatımızı devam ettiremeyiz. Hayatımızı (sükûn) içerisinde devam ettirebilmemiz bu nimetlerin devamına bağlıdır. Bu sükûneti sağlayan nimetler nelerdir diye sorduğumuzda uzunca bir liste çıkarılabiliriz ; ama hayat standartlarımız , yiyeceğimiz, içeceğimiz, kendilerinde sükûn bulmamız için var edilen eşlerimiz vs. bu listenin başında gelenlerdir. Bunların hepsi hy-hayatımızı dengede tutan nimetlerdir.

Oruç tuttuğumuzda bedenimizde belirgin, gözle görülür bazı değişimler olur.Bunun sebebi o güne kadarki alışkın olduğumuz  nimetlerden mahrum kaldığımız için hayatımızın dengesi  bozuluyor. Yediğimiz, içtiğimiz bazı şeylerden mahrum kalıyoruz. Alışık olduğumuz nimetlerden mahrum kalınca da fıtrat gereği ister istemez geriliyoruz,sinirleniyoruz hastalanabiliyoruz. Bu mahrumiyet dengemizi bozuyor. Saldırgan bir kişiliğe bürünüyoruz. Sinirlerimiz gergin olduğunda ise hata yapma potansiyelimiz artıyor. Herhangi bir kötülüğe daha kolay kayabiliyoruz. Bu durum insanlar tarafından yadırganıyor. Oruç tutan insandan normal zamana göre ekstra daha sabırlı, daha mülayim olması bekleniyor,ANCAK bekleyiş beyhudedir.

Sosyal bünye dediğimiz toplumda da durum aynen böyledir. Toplumda da bir şeyler eksildiği zaman toplumun dengesi bozuluyor. Anarşi, terör, kavga, dövüş buradan çıkıyor. Eğer biz oruç tuttuğumuz zaman mahrumiyeti anlar, alışkın olduğu bazı nimetlerden mahrum kalan insanın nasıl tepkiler verdiğini idrak edersek Orucun da hakkını vermiş oluruz.

İnsan her şeyi hayal ederek anlayamaz. Bazı şeyleri ancak yaşarayarak anlayabiliriz. Mahrumiyet ne demek biz bunu yaşayarak öğrenelim , bu mahrum olduğumuz nimetlerin kadrini bilelim onları kaybetmemek için tedbirimizi alalım ve bu olayı unutmayalım diye Oruç bizlere emredilmiş.

Konuyu biraz daha açalım.  Mahrum olduğumuz şeyleri tespit edip, şayet  mahrumiyet içindeysek o nimetleri. tamamlamamız gerekiyor.  Kendi nefsimizde barışı sağlayabilmek için fıtrattan gelen, yani Allah Teâlâ’nın bizim fıtratımıza koyduğu ihtiyaçları karşılamamız gerekiyor. Eğer bunları karşılayamazsak ne olacaktır. Hastalanacağız ve dengemiz bozulacak. Oruç tutmakla önce bunun farkına varacağız. Yok mahrum değil de dengeliysek, bunlardan birini kaybedersek ne hale düşeceğimizi düşünmeliyiz. Bunu da sadece düşünmek yetmiyor. Eğer düşünmek yetseydi Allah Teâlâ bize bir ay oruç tutun emri vermezdi. Şunları şunları düşünün, gözünüzün önüne getirin, ibret alın falan derdi. Bazı şeyler ancak yaşayarak öğrenilir. Bundan dolayı Allah Teâlâ bize orucu farz kılmıştır. Sadece yaşamak da yetmiyor. Çünkü insan unutuyor. Yani dün rahatsız olan bir insan rahata erdiğinde geçmişini unutuyor. Fakirlikten zenginliğe geçen insan fakirlikte yaşadığı şeyleri bugün unutuyor. Her sene bir ay düzenli oruç tutmamızın altında yatan hikmet bütün bunları unutmayalım diyedir.

oruc-ne-zaman-farz-kilindi

Kendi nefsimizde, ticari hayatımızda, siyasi hayatımızdaki, aile hayatımızdaki sahip olduğumuz nimetlere bakacağız. Önce nimetin kıymetini bileceğiz. Sonra mahrumiyet içinde olduğumuz zaman neler çektiğimizi göreceğiz. Kendimizde nimetlerin kadrini, kıymetini anladığımız zaman, bu sefer karşımızdaki insanlara bakacağız. Yani bize dışarıdan gelen müdahaleler, sataşmalar olduğunda; toplumda, çevremizde böyle dengesizlikler, saldırganlıklar gördüğümüz zaman acaba bu insanların nesi eksik, neden mahrum kaldılar ki böyle bir duruma düştüler diye düşünerek onların mahrumiyetini gidermeye çalışacağız.

“Resûlullah (asm) buyurdular ki: “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun
sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksiltme olmaz.” (Tirmizi, İbn Mace) Bu ve bunun gibi bir çok hadisi şerifte oruçlu insana iftar açtırmanın faziletlerinden ve sevabından bahsedilmektedir. Hadisi şeriften de anlaşıldığı üzere oruçlu insana yemek verip iftar ettirmek sevaptır ama bu hadisi şeriften şu anlamı da çıkartıyoruz ; bişeylerden mahrum olan bir müminin(maddi ve manevi) o mahrumiyetini karşılamak da ALLAH İndinde büyük sevaptır ve kurtuluşa vesiledir.Biz bu davranışımızla örnek olup diğer insanlara yol açmalıyız ve mahrumların mahrumiyetinin giderilmesine ön ayak omalıyız.

Bu anlayışımız, farkına varışımıza önce kendi nefsimizden başlayacak, sonra ailemize, çevremize, milletimize, ümmetimize doğru dalga dalga genişleteceğiz. İşte bize bu kavrayış ufkunu kazandıran hareketin adıdır ORUÇ. Orucun hikmeti de budur. Biz oruç tutmaktan bunu anlayacağız.

Diyelim mecbur kaldık oruç tutmaya. Nimetler elimizden gitti. Mahrumiyet içine düştük. Oruç tutma mecburiyetiyle karşı karşıya kaldık. Ne yapacağız o zaman. Kendimize, eşimize, ailemize, milletimize bu mahrumiyetin farkına varalım da gereğini yapalım diye oruç tutmalarını tavsiye edeceğiz. Eğer oruç tavsiye edeceksek, tutacakları orucun imsakını ve iftar vakitlerini belirleyeceğiz. Bir de orucun sonunda bayram vadedeceğiz insanlara. Çünkü Allah Teâlâ böyle yapmış. İmsak ve iftar vakitlerini belirlemiş ve bayram vadetmiş oruç tutan insanlara. Biz de Allah Teâlâ’nın sünnetine uyacağız. İnsanlara takatinin üzerinde bir şey yüklersek ya da onların yapamayacağı şeylerin beklentisine girersek o zaman bir şey yapma şansımız kalmıyor. İnsan takati buna yetmiyor. Orucun ilk farz kılınışını anlatan ayetlerde bu anlatılıyor.

İnsanlar dayanamayınca Allah sonradan kolaylaştırmış. İnsanlara takat yetirecekleri yükün  üzerinde bir şeyler yüklediğimizde başlarına Peygamberi dahi bekçi diksek insanlar bundan bir kaçış yolu arayacaklardır. Bu zorlama insanları münafıklığa itecektir. Buna itmemesi için insanların üzerine takat getirebilecekleri kadarını yüklemeliyiz. İmsak ve iftar vaktini buna göre belirlemeliyiz. Ve mutlaka sonunda bir bayram vadetmeliyiz ki insanlar ; yaa ben bu kadar mahrum kalacağım ama bu mahrumiyete değecek diyebilsinler. Bu mahrumiyet falanca gün ve zamanda bitecek ve ben bayram edeceğim diyebilsinler. Genel olarak orucun hikmeti budur. Bunu göz önüne almamız gerekiyor.

Oruçla ilgili Ramazan ayında vaazlarda çokça zikredilen bir hadisi şerif var. Peygamberimiz oruçluyken birisi size sataştığı zaman, 3 defa ben oruçluyum deyin, buyuruyor. Bu hadisi hepimiz biliyoruz. Genellikle aman kavgaya bulaşmayın, ben oruçluyum, ben oruçluyum deyin şeklinde yorumluyorlar bu hadisi. Ama bir düşünelim. Bu adam niye sataşıyor bize. Kimse kimseye durup dururken sataşmaz. Birisi bize sataşıyorsa bizdeki bir kusur nedeniyle olabilir. Böyle bir durumda, arkadaş kusura bakma. Sinirli davranmamın nedeni oruçlu olmam, bir şeylerden mahrum kalmamdır, diyeceğiz. Bu mahrumiyet beni bu yanlış davranışa itti. O yüzden kusura bakma. Ben oruçluyum demenin manası budur. Bunları gündeme getirmemiz gerekir.s-99f922714ca2295abf72bfae35afec875fd133ac

Oruç tutan insanların iyilik yapmaya gelirken çok tembel davranıp, kötülük yapmaya gelince birden fırlamalarını yadırgamayacağız. Olması gereken bu. Önemli olan insanları o hale düşürmemek, o halde bırakmamaktır. Bunu bileceğiz. Sadece bunu yapınca, yani insanların fıtrattan gelen ihtiyaçlarını karşıladık, buna rağmen azgınlık yapanlar olmayacak mı? Olacaktır. Olabilir. Ama bu orucun barış projesinde olmazsa olmaz şart olduğunu ortadan kaldırmayacaktır. Azgınlık yapanlar olacak, istismar edenler olacak diye biz bu projeden, bu projeyle sunulan temel değerlerimizden vazgeçmeyeceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle gireceğimiz ramazan ayının hepimiz adına barışı sağlama yolunda mesafe almamıza vesile kılmasını Yüce RABB’imizden niyaz eder hayırlı ramazanlar dilerim.

MUSTAFA UZUN

HİCRETE GİDEN YOL MİRAÇ

HİCRETİN YOLU MİRAÇ

Dinimizde ki mübarek gecelerle alakalı malesef şu şekilde bi eğrilik var.Bir kısım Müslümanlar olmayan geceleri de varmış gibi kabul edip aşırıya kaçıyorlar Bir kısım Müslümanlar da Kadir gecesi ve Miraç gecesi gibi GERÇEKTEN yaşanmış olan ve anılması gereken geceleri de bidat sayıp topyekün inkar ediyorlar. Bunların ikisi de yanlıştır ;çünkü Rabbimiz ‘‘vezkur eyyamullah’’(ALLAH’ın günlerini anın) buyurmuştur. ALLAH’ın günlerinden kasıt insanlık tarihinin yön değiştirdiği, dönüm noktası olan olaylardır. Miraç da bu olaylardan biridir ; çünkü Miraç hadisesinden sonra hicret yaşanmış ve TEBLİĞİN seyri değişmiştir.

 

Miraç kelime anlamı olarak yükselmek manasına gelmektedir. Kuran-ı Kerim de Miraç olayı ile ilgili bir bilgi yer almamakla birlikte Hadis Kaynaklarında bu olay dile getirilmiştir. Kuran-ı Kerim de bahsi geçen olay İSRA’dır. İsra gece yürüyüşü demektir. Kuran-ı Kerim de Miraç hadisesinin geçmemesi ancak isra olayının İSRA Suresi 1.Ayeti Kerimesinde apaçık (- Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O’dur.)anlatılmasından dolayı İslam Alimleri ‘‘Miracı inkar eden kafir olmaz ancak İsra’yı inkar eden kafir olur’’ şeklinde bir hükme varmışlardır.

isra-mirajjpg-728x728

Peki Miraç hadisesi nedir? Neden ALLAH’u Teala peygamberimizi katına yükseltmiş ve ona bir takım ayetlerini göstermiştir? Bizim için önemli olan husus burasıdır. Yaşanan olayın nasıllığından çok biz Müslümanlara düşen bu olayın neden yaşandığını bilip öğrenmektir; çünkü keyfiyetini bilmediğimiz olayların nasıllığını anlayabilecek veya öğrenebilecek imkanımız yoktur. İsra ve Miraç hadisesinin de nasıllığı yani keyfiyeti hakkında açık bir delil bulunmamaktadır. Bu yüzden Neden ve sonuç ilişkisi içerisinde bu olayı değerlendirebilirsek buradan ihtiyacımız olan örnekleri alabilir ve hayatımıza tatbik edebiliriz.

Miraç Hadisesi hicretten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27. gecesi vuku bulmuştur. Zamanlama ile alakalı görüşümüz Peygamber Efendimiz(s.a.s) içerde ki ve dışarda ki en büyük iki destekçisini kaybetmişti. Hz. HATİCE validemiz ve amcası Ebu Talip vefat etmiş hatta o yıllara hüzün yılları adı verilmişti. Bu şekilde iki büyük desteğini kaybeden Peygamber Efendimiz (S.A.S) İSLAM’ı yaymak konusunda yetersiz olduğu hissine kapılmış, kendisinden şüphe etmeye başlamıştır; ama şuna dikkat etmeliyiz Efendimiz (s.a.s)in derdi şahsi dertler değil İslam ve İnsandı. ÜMMETİ için insanlık için endişe edilen bir dertti bu.(Bizler şimdi kendimize dönüp bi bakmalı ve sorgulamalıyız. Bizim derdimiz de Peygamber Efendimiz (S.A.S)’in derdi gibi İslam ve İnsan mı yoksa şahsi ve maddi dertler mi ? Miracı bizlerde yaşamak istiyorsak ALLAH’IN yardımına erişmek istiyorsak bizde Peygamber Efendimiz(S.A.S)’in derdiyle dertlenmeliyiz.)  İşte tam böyle bir zaman da ALLAH’u Teala Peygamber efendimizi katına yükseltmiş O’na bazı ayetlerini göstermiş Kendi kudret ve Şanını Peygamber Efendimiz(s.a.s)’e gözleriyle izletmiştir. Bu ayetler okunan ayetler değil şahit olunan ayetlerdir.(Burdan bizim almamız gereken ders sadece okunan ayetleri değil şahit olabileceğimiz ayetleri de görmek ve hayatımıza tatbik etmektir.) Bu durum Peygamber efendimizin tekrar güveninin yerine gelmesine, karamsarlık ve korkudan uzaklaşmasına vesile olmuştur. peygamberimizden_mirac_hadisesi2.jpg

Miraca çıkan Peygamber Efendimiz(s.a.s) ne götürmüş, ne takdim etmiş ,karşılığında da ne almıştır? Bunu bilmek de bizim için önemlidir. Namaz kılarken son oturuşta okuduğumuz Tahiyyat duası bu olayla alakalıdır. Tahiyyat duasında Peygamber Efendimiz(s.a.a)’in ALLAH’u Teala’yı övmekte RABBİMİZ de bu övgüye karşılık selamını rahmetini ve bereketini Peygamber Efendimiz(S.A.S)’in üzerine bahşetmektedir. Melekler de kelime şehadet getirerek bu hadiseye şahitlik etmişlerdir.(Tahiyyat duası ile alakalı detaylı anlatım ve tefsirimizi www.tefsir.web.tr adresinden edinebilirsiniz.) Bunun haricinde baskı ve zulümlerden dolayı gizli gizli kılınan 2 rekat farz namazın artık 4 rekat kılınması da emredilmiştir. Bütün bu yaşanan hadiseler Müslümanların da direnç kazanmalarına vesile olmuştur. Miraçtan Bir buçuk sene sonra da Hicret gerçekleşmiş Mekke’de gizli saklı yapılan tebliğ Medin’ye taşmış ve açık açık İnsanlara İSLAM anlatılmaya başlanmıştır. Buraya bakarak Miraç hadisesi ile alakalı olarak ‘‘YERELLİKTEN KÜRESSELLİĞE GEÇİŞ’’ de diyebiliriz.

 

hicret.png

Örnek olarak size bir bakkal dükkanı açmanız içiniz sermaye verilmiş. Eğer siz bu sermayeyi gerçekten güzel değerlendirirseniz sermaye sahibi bu sefer size marketler zinciri açmanız için daha büyük bir sermaye veriyor.Bu da sizi yerellikten küreselliğe taşıyor.

ALLAH’U TEALA bu mübarek gecede edeceğiniz duları dergah-ı izzetinde kabul buyursun.Ümmetin derdi ile dertlenmeyi cümlemize nasip etsin.MİRACINIZ MÜBAREK OLSUN…